
YÖK'ün Karanlık Tarihi: Cuntadan AKP'ye Ortak Miras!
Türkiye'de üniversitelerin dönüşümü ve Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) rolü, uzun ve tartışmalı bir geçmişe sahip. Özellikle 1980'li yıllardan itibaren yaşanan değişimler, üniversitelerin kapitalist sistem içindeki konumunu ve işlevini derinden etkiledi. Bu süreçte YÖK, neoliberal politikaların üniversiteler üzerindeki etkisini yönlendiren merkezi bir kurum olarak öne çıktı. Peki, YÖK'ün bu denli etkili olmasının ardındaki sebepler nelerdir ve bu durum Türkiye'deki üniversiteleri nasıl etkiledi?
YÖK'ün Kuruluşu ve Tarihsel Süreci
6 Kasım 1981'de yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kurulan YÖK, üniversitelerin teşkilatlanması, işleyişi, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen temel yasa oldu. Bu yasa ile YÖK Başkanı'nın Cumhurbaşkanı tarafından atanması hükme bağlandı. İlk YÖK Başkanı, cunta lideri Kenan Evren tarafından atanan İhsan Doğramacı oldu. Daha sonraki atamalar da farklı Cumhurbaşkanları tarafından yapılsa da, YÖK'ün temel işlevi ve üniversiteler üzerindeki etkisi değişmedi.
YÖK'ün tarihsel sürecine baktığımızda, farklı siyasi görüşlere sahip hükümetlerin YÖK'ü "gözleri gibi koruduğu" görülüyor. Liberal, sosyal demokrat, dinci, milliyetçi, muhafazakâr siyasi partiler, muhalefetteyken eleştirdikleri YÖK'ü iktidara geldiklerinde aynı şekilde sürdürmüşlerdir. Bu durum, YÖK'ün aslında siyasi görüşlerden bağımsız, daha derin bir amaca hizmet ettiğini gösteriyor.
Neoliberal Politikalar ve Üniversitelerin Dönüşümü
YÖK'ün rolünü anlamak için, 24 Ocak 1980 Kararları'na, yani Türkiye'de neoliberal ekonomik politikaların başlangıcına gitmek gerekiyor. Bu kararlar, kapitalizmin merkez ülkelerindeki yapısal krizi aşmak amacıyla planlanan ve Türkiye'ye verilen rolleri içeriyordu. Bu politikaların uygulanmasının önündeki en büyük engel ise örgütlü toplumsal muhalefetti. Bu nedenle toplum korkutulup, örgütsüzleştirilirken, ekonomik program da uygulamaya kondu.
Bu dönemde üniversiteler de neoliberalleşme programına dahil edildi. Muhalif kadrolar susturulurken, üniversiteler emek piyasasının gereksinimleri doğrultusunda yeniden düzenlendi. Döner sermaye işletmeleri kuruldu, eğitim, sağlık, tarım, teknoloji gibi alanlarda hizmet ve bilgi "satış merkezi"ne dönüştürüldü. Teknoparklar adı altında "üniversite serbest bölgeleri" kuruldu ve öğretim elemanlarının da ortakları arasında olduğu vergi muafiyetli şirketlere alan açıldı. Bu uygulamalarla devlet üniversitelerindeki kamu kaynaklarının özel sektöre aktarılmasının yolları açıldı. Üniversiteler piyasa aktörü haline getirilirken, öncelikli hedef kâr-kârlılık oldu.
- Üniversitelerdeki muhalif kadrolar susturuldu.
- Döner sermaye işletmeleri kuruldu.
- Eğitim ve bilgi "satış merkezi"ne dönüştürüldü.
- Teknoparklar kuruldu.
- Kamu kaynakları özel sektöre aktarıldı.
Üniversitelerin İdeolojik İşlevi ve Geleceği
Günümüzde üniversitelerin ideolojik işlevi arasında, zihinsel üretim gerçekleştirmek yerine, bilgi deposu olabilecek beyinler üretilmesi de yer alıyor. Ayrıca, üniversitelerdeki öğrencilerin büyük bir çoğunluğu meslek yüksek okullarında eğitim görüyor. Bu okulların kuruluş gerekçesi ise öğrencilerini mesleklerinin becerisine sahip olarak emek pazarına girmeye hazır hale getirmek. Üniversiteler, emek-gücü piyasası yönüyle ele alındığında, işsizliği erteleyen bir mekanizma olarak da görülebilir. Öğrenciler, harç ödeyerek iş taleplerini "kendi rızalarıyla" erteliyorlar.
Peki, bu durumdan nasıl çıkılır? Yapılması gereken, kendi üniversitemizin ayrıntılarını hazırlamak ve paylaşmak olmalı. Mali, akademik ve idari yönden özerk, toplumcu, insancıl, aydınlanmacı bir üniversiteyi hayal etmeli ve bu hayali gerçeğe dönüştürmek için çalışmalıyız. Hiçbir öğrencisinin hiçbir şey için para ödemeyeceği, tüm ihtiyaçlarının parasız karşılandığı, öğrencilerinin ve tüm çalışanlarının yönetime katıldığı, toplum ve doğa yararı için bilimsel bilgi üreten üniversiteler hedeflemeliyiz.
Türkiye'deki üniversitelerin geleceği, neoliberal politikaların etkisinden kurtulup, özgür, özerk ve toplumcu bir yapıya kavuşmasına bağlıdır. Bu dönüşüm, ancak toplumsal muhalefetin güçlenmesi ve konuyu gündemine almasıyla mümkün olacaktır.













